Hepimiz en azından ömrümüzün bir bölümünde geleceği merak etmişizdir. Kendimizi merak etmişizdir, memleketi merak etmişizdir, dünyanın akıbetini merak etmişizdir. Bilirsiniz işte, gelecek umut ve umutsuzluklarımızın toplamı olarak dönüp dolaşmıştır hep içimizde. Geleceği öğrenme isteği insanlığın her devrinde çok merak uyandırdığından dolayı birileri hep geleceği anlatma derdine düşmüştür. Dolayısıyla şimdi de 2050 yılı için birtakım öngörülerde bulunarak yine ilgi çekmeye çalışan insanlar çevrelemiş etrafı. Küresel felaketlerin daha yıkıcı olacağı, yağmur ormanlarının çok büyük oranda yok olacağı, şehirlerdeki nüfusun üç dört kat artacağı için yaşamın çekilmez olacağı, dünya nüfusunun yarısının susuz kalacağı falan filan diye uzayıp gidiyor bu liste… İnanmaz değilim, inanıyorum tabi ki birçok felaketin olacağına. Ama tüm bunların cevabını bulmak için geleceği bekleyeceğimize geçmişe baksak daha doğru olmaz mı? Hem de öyle sadece insanlık tarihine değil, tam 4,5 milyar yıllık dünya tarihine. Neler mi gelmiş başına dünyanın? Yaşamadığı hiçbir şey kalmamış ki…. Uzayda başıboş dolaşan kimi cisimlerin birbirine çarpması ve bu çarpma sonucunda bir kütle merkezinin oluşmasıyla başlamış hayatı dünyanın. Başlangıçta atmosferi olmadığından güneşin etrafında pervane olup ateş topu gibi cayır cayır yanmış. Cayır cayır yanarken yetmemiş bir de her gelen gök cismi dövüp durmuştur gencecik bedenini. Onu döven gök cisimleri sanki ondan özür dilemiş gibi her seferinde ikramda bulunurcasına bir miktar su bırakmıştır dünyaya. Ama yediği en büyük tokat şüphesiz ki kardeş bildiği Theia isimli gezegenden olmuştur. Bu gezegenin dünyaya çarpması sonucu dünyanın bir kısmı koparak ayı oluşturmuştur. Yediği dayakların üstüne bir parçasını da yitiren dünya küsmemiş yaşama ama. Gel zaman git zaman, bırakılan bu sular sayesinde soğumaya, kendi yangını söndürmeye çalışmış. Ama çilesi bitmemiş dünyanın. Bir yandan yaşama tutunsa da öte yandan bir o kadar da soğumuş yaşama. Öylesine soğumuş ki kocaman bir buz topuna dönmüş. Ne var ki bir müddet sonra atmış sanki küskünlüğünü üstünden. Yeniden ısınmaya başlamış hayata. Fakat bu kez her gelen dövmesin diye atmış sırtına atmosferini, korumakmış niyeti kendisini. Ve açmış kalbini canlılara. Bitkiler, hayvanlar doğurmuş evrene. Gelin görün ki evren hâlen öfkeliymiş dünyaya. Ne zaman bir hayat sunsa evren hemen arkasından gök taşlarıyla saldırmış. Düşen gök taşları yüzünden yitirmiş birkaç defa evlatlarını. Ama bıkmamış direnmekten. En sonunda insan denen varlığa açmış merhamet dolu kalbini. Ancak, en büyük zulmü de insan yapmış ona. Yeşiline göz koymuş, mavisine el atmış. Tüm bunlara rağmen dünya bir ana gibi sarmış sarmalamış evladı olan insanı. İnsanın ondan çaldığı her şeyin fazlasını vermiş yine insana. Fakat insan buna alışmış olsa gerek ki doymamış onu sömürmekten. Her ana gibi dünya da arada bir öfkelenmiş. Depremler yollamış, kasırgalar salmış, içinden ateş topları fırlatmış üstüne insanın. Ama derdi evladını yok etmek değilmiş tabi ki, yalnızca kıymetini bilmelerini istemiş. Ne yazık ki insan dediğin bu. Hiç utanır mı başına gelenlerden? Sürdürmüş azgınlığını. Hep unutmuş ona sunulan değerleri. Ve sonunda dünya kesmiş umudunu evlatlarından. Kendi evladının elinden can vermeye razı olmuş.
birileri 2050 yılına kadar nelerin olacağını mı söylüyor? İnanın bunu hiç merak etmiyorum. Çünkü 4,5 milyar yıl boyunca yaşanmış herhangi bir olay yine yaşanacak. Hiç merak etmiyorum... Çünkü bir yıl sonrasında yani 2051 yılında ne olacağını biliyorum. Şimdiden söyleyeyim: İnsanlar 2051 yılında yine unutmaya devam edecek. Ne de olsa en mahir olduğumuz konudur başımıza gelenleri unutmak. Yine çok becerikliyizdir bize yapılan iyilikleri unutmak konusunda. Ama her şeyi unutmayız elbette. Mesela, birbirimize ettiğimiz kötülükleri unutmayız. Mesela yaptığımız bir güzelliğin karşılığını almayı unutmayız. Ya da bir dava uğruna koşturanlara bedel ödetmeyi unutmayız.
İşin özü şudur canlar: Bir insanın insanlık seviyesi neyi unuttuğu ve de neyi hatırladığıyla ölçülür.
Gelecek sizlerin olsun. Kalın selametle