Tüm duyguların tek bir duygu altında birleştiği kelimedir ölüm. Korku, dehşet, merak ve bunlar gibi onca hissin insanda en yoğun şekilde buluştuğu kavramdır ölüm. Hangi bilim dalına ve hangi inanca sorsan kaçınılmaz bir son olarak anlatır ölümü. Mesela biyoloji bilimine göre, insan hastalanınca, yaralanınca veya yaşlanınca hücreler tahrip olur fakat tahrip olan bu hücreler bölünerek yeni hücreleri ortaya çıkarır. İşte hücreler yenilenince vücut kendini toparlar ve hayat devam eder. Ancak, akla şu soru gelir: Madem hücreler yenileniyorsa, neden insan sonsuza kadar yaşayamaz? Tam da bu noktada, karşımıza malum kavram çıkar: Kök hücre. Kök hücre dediğimiz şey, bu hücre bölünmesini sağlayan kaynaktır. Bir nehri besleyen su kaynağı gibi düşünebiliriz. Bize hayat veren en temel servetimizdir kök hücre. Ne var ki kötü olan şu ki; canlılarda bu kök hücre sayısı sınırlıdır. Her hücre bölünmesinde bir miktar daha kök hücremizi kaybederiz. Ve gitgide kök hücre sayımız tükendikçe tükenir. Sonunda ise tamamen biter. Böylelikle kök hücre bitince de hücre bölünmesi sağlanamaz ve dolayısıyla canlılık biter yani ölüm gelir.
Diğer yandan, teolojiye göre ise ölüm, sonsuz hayatın başladığı andır veya dünya yaşamıyla kesintiye uğramış olan gerçek hayatın kaldığı yerden devam etmesidir. Teolojik kapsamda, bütün inançlar sonsuz bir hayat betimlemesi yaparken, kişinin dünya hayatının bir sonucu olarak sonsuz hayatta karşılık bulacağını anlatır. Felsefe ise bunun sorgulamasını yaparken bir çözüm ortaya koymaktan ziyade düşünsel devinimle insanın en güçlü duygusu olan merak duygusunu baskılamaya çalışır. Ve tüm bu disiplinler arasında kalan bizler… Ölüm gerçeğinden sürekli kaçmaya çalışan bilinçli varlıklar olarak bizler, yaşamımız boyunca birçok defa yüzleşmek zorunda kaldığımız ölüm duygusunu kendimiz yaşamadan evvel etrafımızdaki insanların kaybıyla tanırız. Sevdiklerimizi kaybetmemiz bizlerde bir müddetliğine bile olsa derin tesirler oluşturur. Fakat sonra yine unuturuz ölümün varlığını. Kaptırırız ruhumuzu yaşamın meşgalesine. Yine iyi ya da genellikle kötü varlık olma rolümüzü oynamaya devam ederiz. Evet, genellikle kötü varlık oluruz diyorum. Çünkü ölümün kaçınılmazlığı karşısında onu yokmuş gibi algılamaya çalışarak yine hırslarımızın peşinden koşturmak iyi kavramıyla anlatılamaz. Peki, ama iyi nedir?
İyi denilen davranış biçimi paylaşımdan geçer. İnsana ait olduğunu iddia edilen araçların paylaşılmasıdır. Yukarıda bahsettiğim ölümün teolojik yorumunda, kişinin dünya yaşamında yaptıklarıyla sonsuz hayatta karşılık bulacağını anlatmaya çalıştım. İslam dini özelinde ise paylaşımla ilgili olarak yoruma açık olmayan net bir hüküm ortaya konulur. Bu öylesine bir hükümdür ki kimse bunu yumuşatamaz veya aksini söyleyemez. Bu hüküm Bakara Suresi 219. Ayette net bir şekilde ortaya konulur. Bu ayette: ‘‘Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: Bu ikisinde insanlar için büyük zarar ve bazı faydalar vardır; zararları da faydalarından büyüktür. Sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: İhtiyaç fazlasını. Allah sizin için ayetlerini işte böyle açıklıyor ki düşünesiniz.’’ Bu ayetin ‘‘Sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: İhtiyaç fazlasını.’’ bölümü paylaşımın ne demek olduğunu yoruma ihtiyaç bırakmadan ortaya koymaktadır. İnfak kelimesi nafaka kelimesiyle yani bir şeyi karşılıksız vermek kelimesiyle aynı şeydir. Peki, ama ‘‘İhtiyaç fazlası’’ ne demektir? İhtiyaç fazlası demek, bir kişinin ve ailesinin hayatta kalabilmeleri için gerekli olan malın fazlasını anlatır. İçilen fazladan bir yudum sudan tutun da mideye inen yine fazladan bir lokmaya kadar mesuliyetimizi ortaya koyar bu anlatım. Bu da demek oluyor ki, ihtiyaçtan fazlasını yanımızda tutmamız yasaklanmıştır. İşte İslam inancına göre her birim fazladan mal, ihtiyaç sahiplerine aittir ki servet ve mal biriktirmenin karşılığının ne olacağını buradan anlamış oluruz. İnsan kendisine ait olduğuna inandığı bir malı başkasına verebildiği ölçüde iyidir ve ölüm de bizlere bunu hatırlatmak için kimi zaman bizleri yoklar. Ne var ki zaman hiçbirimiz için geç değildir. İster bilimsel, ister dini ve isterse de felsefi olarak düşünelim bu kaçınılmaz son karşısında bir an önce harekete geçmemiz gerekir. İlla bir şey biriktirme hastalığına tutulduk diyorsak, bu hastalığı iyilik biriktirmekle de yatıştırabiliriz. Çünkü artık fark etmeliyiz ki ölüm anbean yaklaşmakta!!!
Burak kardeşe cevaben...
Hani o kendimizden bile sakındığımız sözüm ona yüceliğimiz nerede?
Peki ya o sevgilerimiz?
Umuda doğru sürüklediğimiz karanlığımız nerede?
Yoksa ölümde mi toplanmış bütün her şeyimiz?
Baştan sona ölüm kokuyor artık yaşamak.