DEDEMİN OĞLUNA MEKTUBUMDUR.
(Aslında, iki haftadan uzun süredir hazır olan bu yazıyı , 31 Mart’tan sonra yayımlatmayı düşünüyordum ama, arayıp:
“Hocam yazı…” deyince bizim çocuklar,
Elde de başka yazı olmayınca, gönderiverdim alelacele.
Siz yine de bu yazıyı, 1 Nisan Pazartesi günü okuyormuş gibi hissedip öyle okuyun.)
Dedemin oğlu,
Sen bu satırları okuduğunda seçim sonuçları ya açıklanmış yada son düzlüğe girilmiş olacak.
Senin kazanmanı kuşku yok ki herkesten çok ben isterim.
Çünkü sen benim akrabası olmakla övündüğüm nadir insanlardansın.
Yine bana öyle gelir ki dedemden öğrendiğim her şeyi yaşayan ve yaşatmaya çalışan insansın.
Kuşkusuz hepsinden daha önemlisi, son dönemecine girdiğimiz bu hayat yolculuğunda,
mensubu olmaktan hep onur duyduğumuz bu kenarda kalmış şehrin insanlarının kendilerine yakışanı yapıp
güçlüyü değil de haklıyı,
korkuyu değil de cesareti,
eli değil de kendilerini tercih etmiş olmalarını görmenin,
Bu şehrin insanının, izanına ve imanına güvenimizin boşa çıkmadığının ispatının zuhurunun mutluluğunu yaşayacağız kim bilir?
Ne olacağını tabii ki Allah bilir ya dayım, muhtemeldir ki kaybetmiş olacaksın.
Üzülür müsün?
Belki…
Yıkılır mısın?
Asla…
Çünkü sen dedemin oğlu, çıkarken bu yola
Zaferle değil seferle görevli olduğunun idrakindeydin.
Bir amacın vardı senin, bir derdin vardı:
Ağrı’ydı, Ağrılıydı sancın.
Öz yurdunda garip ve parya muamelesi gören, senin tabirinle “adam yerine konulmayan” hemşerilerinin sesi olmak,
Pis nefislerini övmüyorsun/ övmüyorlar,
Her yapılana alkış tutmuyorsun/ tutmuyorlar,
Menfaatlerine uyanı değil doğruyu söylüyorsun/ söylüyorlar diye gadre uğrayanların öfkesi olmaktı niyetin.
Sen, saçları kırlaşmış torun torba,
Mevki makam,
Mal mülk sahibi koca koca adamların haksız güç önünde virgül oldukları bir zamanda “elif” gibi dimdik durdun.
Okuma yazma bilmeyen memleketim entelijansiyasının (!) üç otuz paraya sattıkları klavyelerine inat,
Sen,
Bir yere yamulsan belki de birkaç yıllık masrafını karşılayabilecek kalemini satmayarak mesleğinin onurunu da korumuş adamsın.
Nasıl ki biz yıllık izinlerimizde tatil için gelip en fazla bir ay sonra terk ederken memleketi arkamızdan Kösedağ heybetiyle el salladığın gibi bize,
Bir hafta yada beş yıl sonra onlara da el sallayacaksın aynı vakar ve heybetle.
Farkındasın değil mi?
Senin için kalabalık iftar sofraları tertip eden iş adamları,
Kalabalık aşiretlerin ağaları yok.
Senin arkanda medya gücü de,
Bir partinin desteği de yok.
Necip Fazıl’ın deyimiyle:
“Tam dört inanmış adamsınız” hepi topu.
Yarın hesap sorulduğunda,
Torunlarınız sorduğunda yada:
“Biz razı olmadık.
Hak bildiğimizi işledik” diyebilecek alın açıklığına, yüz aklığına ve büyük bir imana sahip üç beş kişi.
Sen yelelerini savurup dolaşırken bu şehrin sokaklarını,
Umut oldun inanmış ve adanmış hayatlara.
Küçücük çocukların yüzlerinde tebessüm,
Annelerin dilinde dua oldun be dayım.
Dedemin evinin en güzel çocuğu,
En hırçını ve en hakperesti;
Farkında mısın yarattığın dip dalgayı bilmiyorum ama,
Sonucu ne olursa olsun bu seçimin,
Bundan sonra Ağrı’da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Sen başardın bunu.
Sen umutsuzlara umut,
Çaresizlere çare,
Çözümsüzlüğe çözüm oldun.
Bir kere daha gösterdin bize dedemin varisinin niçin biz değil de sen olduğunu.
Söz verdim kendime:
Yenilirsen bu sefer ağlamayacağım.
Ve sonuç ne olursa olsun avuç içlerim patlayıncaya kadar seni alkışlayacağım.
Yaşın değil belki ya yüreğin büyük benden.
Dedemin güzel oğlu
Ellerinden öperim
Bu sebepten.
İşte bunun için sevdik seni Taner Gardaşım hiç görmeden sevdik o yüreğini sevdik o dik duruşunu sevdik Adamlığını sevdik yeğenin bir şeyi eksik yazmış SEN KAZANACAKSIN yolun açık olsun YELELİ BOZKURT