KABAHAT ÖNDERLERİM…!
Bir zamanlar hayrandım "Kanaat Önderliği" kavramına. Ki esasen hâlâ aynı hayranlığı taşımaktayım. İşte o dönemler tutturmuştum illa ben de kanaat önderi olup, kitleleri arkamdan sürükleyeceğim diye. Hani vardır ya birçok gençte, dünyayı değiştirme aşkı... Benimki de öylesine masum bir sevdaydı işte. Fakat zor iştir dedim kanaat önderi olmak. Bir defa allame-i cihan olacak kadar okumak gerekiyordu. Duruşunla, düşüncelerinle, ahlâkınla harikulade biri olmak gerekir diye düşündüm. Ama hayalimdi; ulaşmalıydım!
Sonra baktım ki, memlekette birkaç kişi peydah olmuş; ve bunlar kendilerini kanaat önderi gibi görüyorlar! Tamam dedim, bunlardan bir şeyler öğrenirim kesin. Ne de olsa insanlar bunlara çok saygı gösteriyor. E gençlik hayali tabi ki, merak ettim haliyle! Kendini kanaat önderi gibi gören bu birkaç kişiyi takip ettim. Acaba dedim hangi kitapları okuyorlar, kimlerin rahle-i tedrisinden çıkıyorlardır? Ve daha da mühimi, insanlık için hangi üstün hizmetleri yapıyorlar diye derin bir akıl yürütmesi yaptım.
Bu kişileri takip etmeye başladıktan sonra baktım ki, mesela camiye girdiklerinde sanki rezervasyon yaptırmışlar gibi doğrudan en öne doğru vakur adımlarla gidiyorlar, selamsız sabahsız ön safa kuruluyorlardı! Arada bir sert bakışlarla gerilerine bakıyor, belli ki birilerinin onlara başlarını eğerek selam vermesini bekliyorlardı. Belki işte onların düzeyinde birileri varsa bir tek onlara selam veriyorlardı, hepsi bu. Ne de olsa selam verme önceliği her daim küçükteydi; onlar ise muazzam insanlardı(!)
Akabinde her ortamda, her konu hakkında konuştuklarını gördüm. Düşünün artık, duymuş olsalar belki Kuantum Fiziği hakkında bile konuşacaklardı(!) Öyle olsa Sicim Teorisi'ni bunlar mı bulmuş acaba diye şüpheye kapılırdı insan. O derece bilgiç görüntüleri vardı yani. Hele ki memleketin kalkınması konusundaki muazzam iktisadi düşüncelerini ibretle ve dehşetle izliyordum(!)
Öte yandan, ortamlarda kentin zaptiyesi gibi gerilip oturmaları beni benden alıyordu. Hele ki o tatlı mı tatlı, şirin mi şirin gülüşleri yok muydu; aman Allahım, bayılıyordum o enfes gülüşlere(!) İçimdeki heyecan arttıkça artıyordu. Bir an önce bu birkaç kişi gibi olmak için sabırsızlanıyordum.
Her neyse lafı uzatmayayım. Gel zaman git zaman, artık hazırdım onlar gibi olmaya. Onlar gibi ahkâm kesmeye, onlar gibi kocaman görünmeye! Ama bir terslik vardı. Kimse bana onlara gösterdikleri saygıyı göstermiyordu. Basbas bağırıyordum içimden, ben bunları şunları yaptım diye ama takan yoktu beni. Gençlik hayalim avuçlarımdan uçup gidiyordu.
Umutsuzluğa kapıldığım o dönemden sonra sürekli elimi başıma koydum ve düşündüm neden o birkaç kişi gibi olamadığımı. Düşündüm, düşündüm ve sonunda bulmuştum: Meğerse param yokmuş!!! Nereden ve nasıl kazanıldığının bir anlamı da yokmuş hani. Kimin malına çöreklenmişsin; kimin çaresizliğine göz dikmişsin; bunların hiç ama hiç önemi yokmuş onlar için. Paraları olunca bu birkaç sözüm ona yüce şahsiyet otomatikman kendilerini kanaat önderliğine terfi ettirmişler(!) Onlara göre, bunun pek de öyle ilimle irfanla ilgisi olmak zorunda da değilmiş hem. Paran olunca kanaatler de kollarını açıp koşarak gelirmiş sana(!) Onlara göre, herkes parası kadar kanaate sahip olabileceğinden, kimse öyle parasını aşan kanaatlere de sahip olamazmış. İşte böylesine bir alternatif bir dünya kurmuşlar kendilerine anlayacağınız(!)
En sonunda ne mi oldu? Öğrendim ki, zaten hakiki kanaat önderleri benim dediğim o birkaç insan gibi davranmıyor, asalet ve tevazuyla hareket ediyorlarmış. Ayrıca, bunların yaptıkları her şeyin tam tersini yapıyormuş. Geç olsa da öğrenmiştim bu gerçeği. Fakat eminim ki, o "kabahat" önderleri benden sonra da "kanaatsiz" olmayı sürdürmüşlerdir!!!
Kalın sefa ile...
Barış ülker bey kaleminize sağlık yine düşüncelerime ortak olmuşsunuz sizi tebrik ederim devamını sabırsızlıkla bekliyorum size destek tam destek olmak lazım kendinize iyi bakın çünkü memleketin sizin gibi yazarlara ihtiyacı var.