Hani özlü bir söz vardır ya; "KÖY YANAR, DELİ KIZ TARANIR" diye.
Bir kısım insanın hali tam da böyledir.
Dünya kopsa onların umurlarında değil.
Yemişlerse en yağlısından kavurmalarını, içmişlerse beş on bardak çaylarını ve açmışlarsa bilmem hangi dizinin bilmem hangi bölümünü, gerisi çok da mühim değildir onlar için!
Tek rahatsızlıkları, kavurmanın verdiği uyku halinin çay tarafından alaşağı edilememesidir(!)
Yani benliklerindeki yegâne savaş, etle çayın güreşmesinden ibaret.
Savaşı et kazanırsa oldukları yerde sızıp kalırlar, yok eğer ki savaşı çay kazanırsa o zaman da başka şeylerin peşine düşerler.
Tabi o da becerebildikleri kadar(!) Fiziksel yasaları, kebap etkisi ile çay tepkisinin arasına sıkışıp kalmıştır. Bundandır ki, genelgeçer fizik kanunlarına pek de uymayan bir gövdeleri vardır.
En stresli olduğu anlar karınlarının tıka basa doymadığı ya da tıka basa doyan karınlarının hemencecik çay ile doldurulmadığı anlardır.
Bu tip dönemlerde çok saldırganlaşabilirler. Fakat en büyük direnişleri, sahip oldukları zenginliklerinden olsa gerek ki fiyatları umursamadan etten vazgeçmemelidir.
Bu anlamda tam bir dava adamı olarak kararlı ve karakterli bir duruş ortaya koyarlar(!) Bunun haricinde memleketi sel mi basmış, alevler mi sarmış, yoksulluk mu boğmuş; çok da alâkadar olmaz bu arkadaşlar. İşin ilginç yanı ise alâkadar olanları da pek de sevmezler.
En çok kullanageldikleri sözlerin sırası bile değişmez: "Ya bana ne, memleketi ben mi kurtaracağım?" Elbette kimsenin onlardan memleket falan kurtarmalarını bekledikleri yok da, bari etin tesiri altında kalıp sürekli uyuklamasınlar!
Hem ne demiştik bir mısramızda: "Kaptırmışsa bir memleket gözlerini gündüzün uykusuna, açmaya mahkûmdur o gözlerini gecenin bir yarısında!!!"
DAVA!!!
Bir konuya daha değinmeden edemeyeceğim. Hani çok sık kullanılan "Bizim Davamız" sözüne değinmek istiyorum. Dava dediysek de bir hukuk yolu olan adli veya idari davadan bahsetmiyorum. Belli bir amaca ulaşılmak için verilen emek ve çaba anlamlarına gelen, soyut ve yüce duyguları içeren "DAVA" kavramını diyorum.
Siyaset biliminde tanımlanan hemen hemen tüm ideolojilerin kullandığı belki de tek ortak kavramdır "DAVA" kavramı. Kavramın tarihine bakıldığında, geçmişi ta Pir Sultan Abdallara ve hatta daha da eskilere dayanmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu'nun eyaletlerinden biri olan Rum Eyaleti'ne bağlı Sivas ili o dönemin paşa sancağıydı. Paşa sancağı demek o yerin eyalet merkezi olması demekti ve beylerbeyi olan bir paşa tarafından yönetilmesi anlamına gelmekteydi. Mesela bir örnek vermek gerekirse; Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı Van Eyaleti'nin merkezi yani paşa sancağı bugünkü Van merkezdi. Ama Van Eyaleti'ne bağlı olan Diyadin Sancağı ise bağlı sancaktı. İşte iddia odur ki; Pir Sultan Abdal, dönemin Sivas Valisi ve Rum Eyaleti'nin Beylerbeyi Hızır Paşa'nın zulmünden ötürü o meşhur ve can yakıcı dizeleri dile alır: "Yorulan yorulsun ben yorulmazam. Derviş makamından ben ayrılmazam. Dünya kadısından ben sorulmazam. Kalsın benim DAVAM divana kalsın." Pir Sultan Abdal'ın bu sözünde haksız yere sanık olma, derin bir mağduriyete maruz kalma psikolojisi yatar. Dolayısıyla buradan anlaşılacağı üzere dava kelimesi çok etkileyici bir kelime olup, kitlelere hem mesaj verme hem de o kitleleri arkasından sürükleme amacı güder. Nitekim her dönemde toplumlar üzerinde çok ciddi bir etkisi olmuştur bu kelimenin.
Günümüzde popülerliğini artıran "Dava" kavramı artık her kesimin kullandığı bir kavramdır. Orijinalinde güçsüz kesimlerin güçlü kesimlere karşı kullandığı bu kelime sosyolojik bir evrime uğrayarak tüm kesimlerin müşterek kelimesi olmuştur. Fakat dava olarak adlandırılanın ne olduğu, hangi mağduriyet karşısında söylendiği ele alınması gereken asıl husustur. Biz yine de hakiki dava adamlarının ve elbette dava KADINLARININ bu mukaddes topraklardan eksik olmaması yönündeki dileklerimizi esirgemeyelim.
Kalın sefa ile...