Bir dava adamı nasıl olur? Cesur, inanmış, hırslı… Daha başka ne demektir bir dava adamı? Kendisini davasına kurban edebilendir. Ve yeri geldiğinde uğruna mücadele ettiği insanlar zarar görmesin diye sahip olduklarından vazgeçebilendir bir dava adamı. Peki tüm bunları kendisinde barındıran dava adamına ne denir? İşte böylesi birine ‘‘KAHRAMAN’’ denir.
Yıl 1938, bir kahramanın bu dünyadan göç edeceği o sene bir başka kahraman ayak basıyordu dünyaya. Gerçek adı Ebulfez Aliyev. Halk ağzındaki unvanı ‘‘Bey’’ veya ‘‘Elçibey’’ olan Ebulfez Aliyev aldığı son nefesine kadar tüm ömrünü halkına adamıştır. Bir insan erken yaşlarda babasız kalınca apayrı bir babacanlığa ve olgunluğa bürünür. İkinci Dünya Savaşına kurban verdiği babasının eksikliğinden olsa gerek ki Elçibey’in de yüzüne hem bir babacanlık hem de olabildiğine bir olgunluk serpiştirilmişti. Aldığı ‘‘Beylik’’ unvanı yalnızca onun bu fiziksel duruşundan değildi. Beylik unvanının esas sebebi üniversite yıllarından başlayan mücadelesindendi. Azerbaycan Türklerinin bağımsızlık arzularını daha genç yaşlardayken yüreğinde hissediyordu. Azerbaycan’ın bağımsızlık duygusunu içinde taşıyan Elçibey, bu uğurda bilgisini artırıyor, sivil örgütlenmeler içerisinde bulunuyor ve tüm bunların doğal sonucu olarak da yolu Sovyet’in karanlık mahpushanelere düşüyordu. Fakat o kalbindeki halk sevdasını kaybetmeden Azerbaycan tarihinin en karanlık döneminde elini taşın altına koyarak Sovyet Rusya’nın dağılmaya yüz tuttuğu 1980’lerin sonunda Azerbaycan Halk Cephesi isminde siyasi bir oluşum kurup seçimlere girerek hatırı sayılır bir başarı sağlıyordu. Bu başarı henüz Sovyet etkisi süren Azerbaycan’ın bağımsızlık yanlıları için büyük bir başarıydı. Ve bu başarı Azerbaycan Türkleri için istiklal umudunun doruklara ulaşmasını sağlıyordu. Bir süre sonra Sovyet güdümündeki dönemin Azerbaycan yönetimini eline geçiren Elçibey’in siyasi hareketi yapılan yeni seçimle ezici bir başarı sağlıyor ve böylece geçici hükümet sonrası Elçibey, Azerbaycan’ın 2. Cumhurbaşkanı oluyordu. Karabağ’ın zulme uğradığı dönemde askeri kanadın başarısızlığına hiddetlenen Elçibey, kimi askeri yetkilileri görevden alınca kendisine görevden uzaklaştırdığı askerler tarafından büyük bir darbe girişimi başlatılıyordu. İşte Elçibey’in zor dönemi de böylece başlamış oluyordu. Darbe girişiminde kan dökülmemesi için önce Haydar Aliyev’i Bakü’ye davet edip sonra da Bakü’den ayrılıyordu. Fakat verdiği siyasi mücadeleyi asla bırakmamış olsa da beklediği desteği görememiştir. Tüm bu yaşananlardan dolayı sağlığı bozulunca tamamen Azerbaycan’ın geleceğinden uzaklaştırılan Elçibey, çok sevdiği Türkiye’de hayatını kaybetmiştir.
Duruşu, davasına baş koyuşu, halkı için didinişi ve her şeyden vazgeçebilmesi… Tüm bunlar ve daha fazlası benim gönlümde müstesna bir yer edinmesini sağlamıştır Elçibey’in. Onun simsiyah sakallarına doluşan aklıklar umudun beyazlığıydı aslında. Bu yüzden umutlarını son anına kadar koruyarak göç etti Elçibey. Ahir ömründe bir nevi sürgün hayatı yaşasa da asıl sürgünlüğü insanlara duyduğu güvenin boşa çıkmasından dolayıydı. Dünya tarihi ‘‘esas evlatlarını’’ yiyen coğrafyaların tarihidir ya aslında. Sonra ise neden evlatlarını yediğinin pişmanlığını yaşayanların tarihidir bir anlamda. Şiirin birinde denildiği gibi: ‘‘Bilseydik yer miydik bizim için ölümü şeref sayan evlatlarımızı.’’ İşte Elçibey’in yaşamı da tam bu şiirde anlatıldığı gibi oldu. ‘‘Bey’’ bugün yalnızca Azerbaycan Türkleri için değil, inanmışlığın doruklarında gezinen herkes için bir emsaldir. Ve tarihin yiğitlik kısmına ismini verecekler olanlar da Elçibey gibi insanlar olacaktır!
Nurun bol olsun BEY…