Vicdan, insanın bozulmamış fıtratını, yani yaratılışını ifade eder. İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, zulüm ile adaleti birbirinden ayırt etmeyi sağlayan içindeki hassas terazidir. Aktif bir vicdan insanı etrafında olup biten her şeye karşı duyarlı olmaya, canlılara merhametle yaklaşmaya, düşmanına bile karşı adaletle hüküm vermeye, düşmüş olanı tutup kaldırmaya, darda olana destek, mazluma sığınak, mağdura emin bir durak olmaya çağırır. Ancak insan yalan ve yanlışa alıştıkça, kötülüğe sessiz kaldıkça, çirkinliğe daldıkça, arsızlığa sustukça, zulme rıza gösterdikçe vicdan terazisinin dengesini bozar. Ve vicdanında ağır hasarlara yol açar.
Bir insanın vicdanı ağır hasar almış veya devre dışı kalmışsa, o zaman olayları sağlıklı ölçüp biçemez. İnsana, hayata ve aleme değer veremez, adil ve hakkaniyetli bir değerlendirme yapamaz. Esasında son yıllarda yaşadığımız birçok felaketin bizlere tekrar tekrar vicdan sorgulaması yaptırması gerekir. Özellikle dünyanın tamamını etkileyen p(l)andemi ile beraber insanlık adeta yeni bir evreye geçti. Maalesef o süreçte başta ilaç, hijyen ürünleri ve temel gıda maddeleri olmak üzere her türlü hileye başvuran fırsatçı, stokçu ve karaborsacı kolektif bir ahlaksızlığa şahit olduk.
Ardından on binlerce canımıza mal olan ve yüz yılın felaketi olarak adlandırılan büyük depremi yaşadık. Binalarımız yıkıldı, yuvalarımız dağıldı, canlarımız gitti ve şehirlerimiz harap oldu. Kimimiz acının orta yerinde kavrulduk, kimimiz acıyı çekenlerin acısıyla yandık. Sarsıntı yıkımlara, yıkımlar büyük felaketlere dönüştü. Annesiz babasız kalan çocuklar, evlatlarını yitiren ailelerimiz oldu. Ancak o yaramız da daha kanamaya devam ederken depremzedelerin ihtiyaçlarını suistimal ederek gıda, nakliye ve konut kiralarında fahiş artışlar yapan fırsatçılar mantar gibi türedi.
Oysa her iki hadiseyi de doğru okumalı, erdemli davranıp insanlığın geleceği için faydalı işler ortaya koymalıydık. Maalesef vicdan yetmezliği yaşayan bu çağın insanı, kendisinden bekleneni yapmadı. Çünkü benliklerine hırs, çıkar ve menfaat virüsü bulaşan alçaklar ile vicdanları ağır hasarlı olanlar için adeta gün doğmuştu. Merhametten yoksun olan bu güruh, aç gözlülükle bir krizi daha fırsata çevirmek için elinden gelen arsızlığı yaptı ve yapmaya devam ediyor.
Aslında bu tür büyük çaplı insani krizler, toplumların ahlak ve adalet ayarını ortaya çıkarıyor. Şu bir gerçek ki modernizm merhameti, yardımlaşma, paylaşma ve duyarlılığı hayatımızdan tümüyle söküp atmak istiyor. Bunların yerine; çok kazanma hırsını, kibri, bencilliği, arsızlık ve azgınlığı yerleştiriyor. Bu yüzden bireyden topluma büyük bir yozlaşma yaşanıyor. Ekonomik krizle beraber özellikle dar gelirli insanlar için hayat her geçen gün daha fazla ağırlaşıyor. Alım gücünün düşmesi, A’dan Z’ye her şeye yapılan fahiş zamlar ve ağır vergiler vatandaşın belini büküyor. Eğer köklü ve kalıcı çözümler bulunmazsa bu durum önümüzdeki süreçte sosyolojik ve psikolojik buhranlara dönüşebilir.
Bu yazının da asıl konusu olan kiracı ve ev sahibi anlaşmazlığı büyük bir soruna dönüşüyor. Maalesef bu anlaşmazlık cinayete varan olayların yaşanmasına bile sebep oldu. O yüzden kira meselesine devletin çok acil ve adil bir çözüm bulması gerekiyor. Çünkü bu artık sadece ekonomik bir mesele değil aynı zamanda toplumsal ve adli bir soruna dönüşüyor. Hayata kur korumalı pencereden bakıp, sermaye ve servetlerini katlamaktan başka kaygı taşımayan kimi vicdansız ev sahiplerinin yaptığı ölçüsüz zamlar yuvaların dağılıp hayatların kararmasına sebep oluyor.
Geçen gün bir işyerinde asgari ücretle çalışan bir kardeşimiz beni görünce elimi tutup kenara çekti: “ Hocam Allah aşkına bu kira meselesini niçin gündem yapmıyorsunuz?” diye sitemde bulundu. Sonra gözleri doldu ve devamında, “Ben kirada kalıyorum hocam burada asgari ücretle çalışıyorum. Ellerinizden öper iki çocuğum var. Geçen gün ev sahibi bundan sonra kiran yedi bin liradır dedi. İstemiyorsan çıkarsın diye kestirip attı. Hocam normalde iki bin liraya oturuyordum ve biz kiralarken yüzde on artışla konuşmuştuk. Bu duruma göre maaşımın yarısını ev sahibine vermem lazım. Sen söyle hocam maaşın kalan kısmı ile dört nüfusun ihtiyaçlarına ve faturalara nasıl yetişebilirim. Bizi bu vicdansız ev sahiplerine karşı kim koruyacak?” dedi. Ben bu feryat karşısında kurudum kaldım.
Yaş dolan gözler, ağlamamak için kendini sıkan yüz ifadesi ve titrek bir sesle yüreğime ok gibi saplanan bir cümle daha kurdu. “ Hocam geçen gün bir arkadaşım geçinemiyorum artık intihar etmeyi düşünüyormuş!” dedi. Bunca çaresizlik karşısında bir şey yapamamanın mahcubiyetiyle tesellide bulunup zar zor kendisinden ayrıldım.
Ben de bu yazıyı okuyan herkese soruyorum: Sahi dar gelirli insanları, gündelik çalışmayla geçimini sağlayanları, hala evleri olmayan sabit maaşlıları bu kira zulmünden ve vicdanı hasarlı mülk sahiplerinden kim koruyacak? Evine ekmek götürmekte zorlanan, her ay endişeyle gelecek faturaları bekleyen, imkânları yetmediği için market raflarını ve mağaza reyonlarını izlemekle yetinen insanları, zam baronlarından ve faizci sistemden kim koruyacak? Kiraladığı dükkânda namusuyla rızkını kazanıp ailesini geçindirmeye çalışan esnafın sırtına fahiş kiralar yükleyip işine ortak olan zorbalardan kim koruyacak?
Bütün bu olanlar karşısında vicdanen rahatsız olan biri olarak sesleniyorum.
Ey hesap gününe iman ettiğini iddia edenler,
Ey insan haklarına ve eşitliğe davet edenler,
Ey hakka, hukuka ve adalete saygıya çağıranlar,
Ey halkçılıktan ve demokratlıktan dem vuranlar,
Ey vatan, millet, bayrak sevdasını köpürterek anlatanlar…
Lütfen büyük sıkıntılar yaşayan bu insanları, vicdanları ağır hasarlı olan mülk sahiplerine, stokçulara, fırsatçılara ve düzeni bu hale getiren arsızlara ezdirmeyin.
Unutmayalım ki! Hepimiz bu dünyada kiracıyız…
Kerem bey tüm sorumluluk cehepe ye aittir 21 yıl ülke yönetiyorlar bunlarda hiç vicdan kalmamış din, iman siyaseti yaparak liyakatsiz torpilli yandaşlara imkan vererek ülke maalesef bu hale geldi inşAllah AKP iktidar olursa ülke düzelir