Konu aşiretler olunca bir yazının yazarından beylik laflar beklenir normalde. İşte "21. yüzyılda aşiretler de neymiş?" Ya da "Cumhuriyetin olduğu yerde aşiretçilik mi olur?" falan filan diye tomarla ağdalı cümle kurulur. Tabi bunları oturduğun yerden sallamak kolaydır. Ne de olsa uzaklardan toplumu idealize etmek her zaman müşteri bulan bir iş olmuştur! Esasen çok samimi gelmemiştir bana bu laflar. Çünkü bu durumu şuna benzetiyorum: Denize nazır yalının balkonundan eline kahveni, sırtına röpteşambırını alıp, Tendürek Dağı'na yahut Süphan'a şiirler yazmak gibi. İyisi mi onlar bilmediği dağların şiirlerini yazmaya çalışsınlar, biz ise kendi hakikatlerimizi...
Gelgelim o hakikatlerin neler olduğuna. Hiç lafı eveleyip gevelemeyelim. Bizler gayet iyi biliriz ki, bizim coğrafyada mazallah bir kavgada yahut bir belada hasmın kim olduğundan ziyade kimlerden olduğu daha önemlidir. Herkes üstüne alınmasın ama "BAZILARIMIZ" eğer ki hasım olarak gördüğümüz kişi diş geçirebileceğimiz bir kesimdense ümüğüne çöküp iflahını keseriz. Ne var ki güç yetiremeyeceğimiz bir ailenin ya da bir aşiretin ferdiyse sulh yolunu bulmak için debelenip dururuz. Öyle ki, gücümüzün yetmediği kişiler karşısında ağzımızdan barış, dostluk ve hemşehrilik lafları eksik olmaz. Yani nobel barış ödülünün bir numaralı adayı oluruz(!) Fakat gözümüzün kestigi bir ailenin üyesiyse Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanacak kadar döner gözümüz! Ya da yine bazılarımız geniş bir aşiretin ferdiysek kentin zaptiyesi gibi salınıp dururuz memlekette. İstediğimiz yerde istediğimiz tezgâhı açabileceğimizi düşünürüz. Öylesine güçlü hissederiz ki kendimizi her şey üzerinde hakkımız olduğuna inanırız. Hatta toplumun önemli bir kısmını da buna inandırırız. Mesela taziyelerimiz dolup taşar, düğünlerimizde insanlar sıraya girip elimizi sıkmak ve bir tebessümümüze nail olmak için paralar kendini(!) Bunları görünce iyice bir ayaklarımız yerden kesilir. Artık her ortamda bilsek de, bilmesek de edecek lafımız vardır! Camilerde en ön saflara rezervasyon yaptırmış gibi yerleşiriz, büyük adamların meclislerinde arzıendam eyleriz, memleketin en kıymetli yerlerinde mülk sahipleniriz falan filan… Bunları yaparız çünkü hakkımız olduğuna inandırmışızdır bir kez kendimizi. Ee ne de olsa o "bazılarımızın" ailesi köklü ve geniş bir ailedir! Bu yüzden memleket üzerinde geniş bir tasarruf hakkına sahibizdir(!)
İşte bizler, elitler ya da bir diğer adıyla seçkinler diye tarif ettiğimiz ve de toplum olarak pek de sevmediğimiz insan kesminden hep şikayetçiyizdir ya, aslında çoğumuz bu duyguda samimi değiliz. Büyük çoğunluğumuz yanar tutuşuruz güç sahibi olup toplumda ön plana çıkmaya. Hal böyleyken yaşamın bizlere beleşten verdiği biricik sevdamız olan aşiretçilikten vazgeçebilir miyiz hiç?
Kalın sefa ile...
Yerin dibine batsın bu despot anlayış