AĞRI İZLENİMLERİ-1:
ANNEM VE KELİMELER
Farklı bir dildir Türkçe.
Bazen öyle deyimler, yerel diyalektte öyle kelimeler bulursunuz ki ne İstanbul Türkçesinde ne de başka bir dilde anlam ile kelime arasında öyle bir tad birliği bulunabilsin,
Hissedilen ile dilden dökülen tencere kapak misali olsun.
Bu yıl büyük torunu göremedi ya, derdi o.
Kırıp dökmeden, beni incitmeden, kıyısından kenarından bulaşıyor konuya:
“Bu sene Ahmet de gelecek Almanya’ya?” diye soruyor.
İşte tam da burada geliyor aklıma o kelime.
Muadili çok Türkçede…
Hasret var mesela, özlem var…
Hepsi ama hiçbiri değil aslında.
Sade yüreğin değil, gözün de hasreti bu.
Anam, gözümün içine bakıyor.
Özlediğindendir belki, belki sorusuna cevap beklediğinden…
Ben orada değilim.
Kelimenin sihrine kapılmışım.
“Gözün, görmenin hasreti…” diye çevirip duruyorum kelimeyi kafamın içinde.
Anam, göz bebeğimin içinde hâlâ…
Kullanmalıyım bu kelimeyi.
“ Göresdin mi?” diye soruyorum, kelimenin diyalektteki bütün seslerine ait renklerin hakkını vere vere.
O anda nasıl güzel görünüyor yüreğime kelime.
“Göresmek”…
Her ses kendisine has bir edayla, sade gönlü değil gözü de yakan bir arzuyla çıkıyor.
“He!” diyor anam.
Kerrat cetveline başvurmadan, hiçbir kitabı karıştırmadan, dümdüz ve çıkarsız:
“He!”
Ben “e”nin kuyruğunda bir duman görüyorum.
Sahi bir de “he” vardı, tasdik ünlemi niyetine.
İstanbullular bilmez “he”yi.
‘Evet’ gibi duygusuz, ‘bittabii’ gibi tumturaklı değildir ama basitliğinde gizli bir güzelliğe sahiptir.
Kısa ve hiçbir kuşkuya yer vermeyecek kadar nettir.
İki kelimeyi bir cümlede kullanmak, her ikisinin de melodisini aynı anda hissetmek için sırf, iş olsun diye soruyorum:
“Sen torununu göresdin, he mi ana?”
Yine: “He!” diyor anam, ‘e’nin kuyruğunda bir alev bu kez, yüreğini tutuşturan.
Gönlünün yangını sönsün diye, iri gözlerinin uzun kirpikleri arasında birer damla gözyaşını eziyor.
O an, bana öyle geldi ki kıyamet dedikleri şey anamın gözlerinde, benim yüreğimde kopuyor ve ben bir an sonra zerrelerime bölünüp yok olacağım.
İstedim ki ben de O’na “he” diyeyim, o an için bile olsa sevinsin.
Gizlediği melek kanatları görünsün sevincinden.
Kıyamadım ama.
Nasıl olsa unutur diye anneme yalan söyleyemezdim.
“Belki ağrı’ya gelir yazın” dedim.
“İnşallah” derken daha bir büyüdü yüzü.
Fark ettim ki gözbebeklerime mıhladığı gözleriyle sadece beni görmüyor anam.
Daha ötesine bakıyor.
Zamansız bir tatil olması hasebiyle, yanına getiremediğim torunlarını, ortanca gelinini seyrediyor gözlerimde.
Tanrı’nın annelere bahşettiği bir mucize bu ve anneler bunu hep yapıyor aslında.
Biz görmüyoruz, göremiyoruz.
Görmek için keramet ehli olmaya gerek yok.
Biraz dikkat ve duygu yoğunluğu biraz da…
Şahsen ben, bir Mehmet’in gözlerine bakarken, şehit oğlunun yüzünü seyreden çok anne görmüşümdür.
“İnşallah balam.” diyor ve yaratıcıya atıyor topu, yalan söylüyorsun dememek için oğluna.
Ben, hayırsız evladım ya, anamın hüznüne değil, kelimenin sihrine kapılıyorum yine.
Sarıp sarmalıyor beni, içimdeki soğuğu kırıyor.
‘Oğul’ değil, ‘kız’ değil, bala…
Ayrımsız, fıtrattan gelen bir sevginin dile vurmuş hali…
Üniversite öğrencisi idik.
Karslı bir arkadaşa telefon gelmişti evden.
Cep telefonu yok o zaman, yurdun sabit telefonuyla tabii.
Anonsu duyunca nasıl bir hızla inmişti merdivenleri, anlatamam.
Döndüğünde, domur domur yaş gözlerinde.
Ben, takılmak için biraz da:
“Ayıptır oğlum, demiştim, koca adamsın.”
Gözlerimin önünde hâlâ o edası…
Düşürüp gözyaşlarını yanağına:
“Men, anamın balasıyam.” demişti.
Nedense ben, oğullarıma aşırı hasretle yüklendiğim zamanlarda hep “balam” derim.
Bilmezler ya, bu tarafta yaşayanların bir kısmı istihza ile bir kısmı da bir Kızılderili çadırında beyaz adamın bilmediği otantik bir şey bulmuş gibi bakarlar yüzüme.
Ben onlara nasıl anlatayım, ‘bala’nın sıcaklığını, sevgisinin şiddetini…
On beş gün geldi geçti su hızıyla, su tadında.
Men, ortanca balası anamın, yeniden düştüm gurbetin yoluna,
Gözümde sevdiklerimin hayali,
Dilimde anamın kelimeleri…
Hani insanın bir çırpıda okuduğu bir yazı olur ya
Hani insanın o an yüreğinden geçenleri kelimeler ile ifade eder ya
Hani karabasan gibi insanın dünyasını karartan sıkıntılı şeyler olduğu saatlerde gelen bir haber ile ferahlar ya
Hani insanın okuduğu ya da izlediği filmdeki karakterle özdeşir ya
İşte bu yazı o
Hani eski bir şampuan reklamı vardı ya “saçlarım ahenkle dans ediyor” diye. İşte Mehmet Hocanın bu yazısı da “Kelimeler cümleler içinde ahenkle dans ediyor.”
Ben “e”nin kuyruğunda bir duman görüyorum.
Yine: “He!” diyor anam, ‘e’nin kuyruğunda bir alev bu kez, yüreğini tutuşturan.
Gizlediği melek kanatları görünsün sevincinden.
Bu yazı sanki beni anlatıyor, ya da Ahmet, Mehmet, Salih gibi herkesi. Anam dediği de benim anam ya da Ahmet,’in Mehmet’in Salih’in gibi herkesin anasını. Yüreğimden geçenleri kelimelere dökmek bu olsa gerek.