AĞRI'DA ERMENİ KOMİTACILARIN KATLİAMLARI
Bu yazıda, ülkemizde yayımlanmış çok değerli bir tarih kitabını tanıtmak istiyorum sizlere. Kitabın adı: Ağrı Bölgesinde Ermenilerin Yaptığı Katliamlar. Derleyicisi, İsmet ALPASLAN olan bu kitap, uzun yıllar boyu yapılan söyleşiler sonucunda tamamlanmış ve Ağrı Valiliğinin destekleriyle 2006 yılında basılmış olup, benim gözümde bir servet değeri niteliği taşımaktadır. Tanıkların önünde yeminli söyleyişi şeklinde veya bant kayıtlarına alınan ifadelerle oluşturulan bu kitap, büyük çoğunluğu olaylara bizatihi tanıklık eden kişilerin ağzından Ermeni çetelerinin Ağrı bölgesinde yaptıkları mezalimi anlatmaktadır.
Sözü uzatmadan birkaç söyleşiden bazı bölümleri aynen aktarmak istiyorum:
Söyleşi Yapılan Kişi: 1899 doğumlu Nebi kızı Mesture KILIÇ, Gerger (Geçitalan) Köyü doğumlu.
… Paşa kızı Dilber gelinin kocası Cafer askerdi. Yeni doğan çocuğunu kundaklamıştı. Kundağı kucağında Ermeni’ye doğru gidip yalvardı: ‘‘Sen Allah’ı seversen bu kundağı öldürme, onu bağışla, onun yerine beni öldür’’ Ermeni hiç beklemeden çocuğu gelinin kucağından aldı, tavana çarptı. Kadını da vurdular, o da öldü. Çocuğun beyni yıllarca tavanda kaldı.
Bir diğer söyleşiden:
Söyleşi Yapılan Kişi: 1905 doğumlu Mehmet DAL, Yücekapı Beldesi doğumlu.
… Bir gün, başka yerden gelen bir grup Ermeni köyde gezerken, bir komşumuzun evinden ağlamakta olan çocuk sesi duymuşlardı. Eve doğru gidip, orada bulunanlara sordular:
- Niçin ağlıyor? Bu çocuğun anası, babası yok mu?
- Bu evde bir kadın vardı; doğum yaptı, onun sesidir.
- O kadını görelim, isteği, arzusu var mı?
Deyip eve girmek istediler. Ermeni geldiğinde herkes korkusundan evine kaçıp gizlenirdi. Ermeniler kilitli kapıyı açtırdılar. Bakıyorlar ki kadın yeni doğum yapmış, çocuk kucağında. Daha göbeğini kesmemişler. Ermeni soruyor:
- Yeni doğum yapan kadın bazı yiyecekler arzular. Senin gönlün ne istiyor?
Kadın cevap verir:
- Benim gönlüm kebap arzular, aylardır hiç et yemedim.
Çocuğu alıp götürmüşlerdi. Ayrı bir odada parçaladıkları o çocuğun etinden tavada kızartıp getirmiş kadına vermişlerdi.
Başka bir söyleşi en fazla kıyımın yapıldığı yerlerden biri olan Kucak'tan:
Söyleşi Yapılan Kişi: S. İ. Kucak doğumlu.
.... O zamanlar ben 14 - 15 yaşlarındaydım. Ermeniler köyümüzü basarak genç, yaşlı, kadın, çocuk demeden hepsini öldürmeye başladılar.
… Ben ot yığınlarının arasına saklanarak görünmemeye çalıştıysam da beni fark ettiler. Alıp götürmek istediler. Gitmek istemeyince beni döverek işkence yaptılar. Daha sonra beni Revan'a (Erivan) gitmekte olan Ermeni grubuna teslim ettiler. Bir ay kadar orada esir olarak kaldım. Bir fırsatını bularak kaçmayı başardım. Büyük zorluklarla karşılaşsam da bazı yerlerde saklanarak gece - gündüz demeden yürüyerek köyümüze geri döndüm. Benimle birlikte kaçırılan diğer kızların akıbeti ne oldu bilmiyorum.
… Köye döndüğüm zaman Ermeniler inanılmaz bir katliam yaparak 300 kişiyi öldürmüşlerdi. Her taraf ceset doluydu. Cesetleri köpekler parçalamıştı.
Bunun gibi onca hikâyenin anlatıldığı kitap, o yıllarda yaşananları gerçek tanıklarıyla anlatmaktadır. Yaşananlar sadece Ağrı bölgesiyle sınırlı değildir. Başta Kars olmak üzere yurdun şarkında neredeyse tamamında yaşanmıştır. Bu bölgelere ait az da olsa çalışma olduğunu belirtmek isterim. Ne var ki bu konuyla alâkalı çalışmalar artık pek fazla yapılmamakla birlikte, yapılmış olanlar da arşivlerde çürümeye bırakılmış durumdalar.
Öncelikle şunu diyeyim: Bu yazıyı okuyup da "Bütün Ermeniler böyledir" diye hamasi hisler içine girmek üzüntü verici olur. Zira, hiçbir millet kendi içinden çıkan birilerinin yaptığı kötülüklerden bir bütün olarak sorumlu tutulamaz. Bu, en azından o millete mensup olan tek bir vicdanlı kişinin var olabilme ihtimaline haksızlık olur. Bize düşen geçmişimize neler borçlu olduğumuzu anlayarak göz bebeğimiz topraklarımızın çektiklerini bilmektir. Özellikle genç nesile pek fazla aktarılamayan o yılları bu köşeye taşımanın, gönül borcu olduğunu düşünmekteyim. Tarihi bilmeden yalnızca ahkâmlar kesmek, yaşamadan hissetmeye çalışmak gibi kalbi bir cehalete sebep olacaktır. Ayrıca, yaşanan acıların çift taraflı olduğunu ve bu acıların insanlığın her döneminde olduğu gibi yine mazlumun sırtına vurulduğunu da unutmamalıyız.
***
KIRILMIŞ CANLAR / TÜRKLER, KÜRTLER, ERMENİLER
Nice kavimler çalarken birbirinin lokmasını,
Bizler kalbimizle ikram ettik geleceğimizi.
Ciğerlerimizde aynı tarihin soluğu dolaşıp durdu,
Yüreklerimiz asırlık acıları tek başına yüklenmedi hiç.
Fukaralığa da zulme de sorgumuz aynıydı,
Tamahkârlık bilmezdi kursaklarımız,
Halisemizin buğdayı bu toprağın yavrusuydu,
Bu toprağın iffetiydi kızlarımız,
Kınalı gecelerde kırmızı örtülerimiz bile ödünçtü,
Böyleydi mukadderatımız, böylesine sevdalı.
Fakat gün geldi! Güneş öğlenden yatar oldu kâbusa,
Ağır geldi belki de tanış olmak, baş başa bırakıldık karartılarla,
Ve gelmeye başladı atlılar… Atlarının kâkülleri demirden atlılar,
Postalları kanla bezenmiş, ellerinde altı dilimli topuz,
Terkilerinde çelikten bozma mitralyöz,
Oluk oluk gelir oldu atlılar, damı toprak, vicdanları çıplak hanelere doğru.
Aras, Revan'a göç etmek istemez oldu artık,
Alagöz Dağı kan çiçeği doğuruyordu çünkü.
Zarşat'ın ovası can yoğuruyordu hiç olmadığı kadar,
Tüm başakları baş eğmiş çırpınıyordu.
Titrerken Gevaş, baş veriyordu Artos'un yüceliğinde
Alaca bir duman… Kösedağ’da, Horasan’da, Hoçvan’da, Bayburt’ta… Mazlum Şark'ın tamamında,
Komitacılar insan eti pişirirken en kuytularda.
Kılıçların ucu bile göğe bakıyordu af dilercesine,
Reva görülürken evlat eti taze geline.
Kollar, ayaklar yer değiştirmiş,
Bebelere hançerler analık eder olmuş,
Körelmiş düşmanlık ucunda ekmek tuz hakkı,
Toprak kapkara olsa da kızıl beyaza bürünse daha da bir kızıldı artık.
Böyleydi mukadderatımız, böylesine anlatılamaz.
…………………………………………
Barış ÜLKER / "Göğsümde Öyle Bir Hınzır Yumru Var ki" isimli kitaptan…
Bu kitap bizde var. Bir hafta önce İsmet beyle konusmustuk. İsmet Bey'in kız kardeşi okulda ablamiz.