Açtık gözümüzü memleketin bir serhat vilayetinin daha da serhat bir köyünde. 1980 darbesinin dumanı başındaki korkusundan mı yoksa dünyaya köylü olarak gelmenin umutsuzluğundan mı bilinmez, hep çekindik yaşamdan. Öyle büyük hayallerimiz olamazdı bizim(!) Hele ki büyük düşüncelerimiz zinhar olamazdı. Memlekete dair tek sözümüz, büyüklerimizin üç beş senede bir verdiği reyden ibaretti, hepsi o kadar. O da ya dost akraba hatrına ya da köyümüze kim daha çok gürültü patırtıyla gelmişse ona(!) Öyle makroekonomik göstergelermiş, uluslararası arenadaki politik değerimizmiş gibi sözler de neymiş? Kim elimize bir kağıt tutuşturduysa ya da yalandan da olsa kim yüzümüze bir tebessüm serpiştirdiyse onaydı reyimiz. Ektiğimiz arpa şu fiyattan alınmış, baktığımız tosun bu fiyattan satılmış, bunların hepsi nasipten bilinmiş(!) Mesela günlerce elektrik kesilince, öyle elektrik idaresi falan suçlu olur mu hiç? Suçlu ya kar boran ya da toz dumandı. Kısaca yüzümüze vuran bir ışık parçasını bile nasipten bildik. Hal böyleyken, ana baba demeden evvel nasip kısmet demeyi öğrendik. E bir insanın öğrendiği ilk kelime nasip kısmet ise pek de edecek sözü olamazdı!
Tüm bunların üzerine bir de 90'lı yıllarda gençliğe adım atmanın talihsizliği de eklendi. Korkarak izlediğimiz TRT'nin sert spikerlerinden alırdık memleket havadislerini. Ya eşkıya bir yeri basmıştı ya zelzele figanları savrulmuştu yahut galip gelinen maç sonrası birileri kurşunlamıştı. Bunları da nasipten bilir, tez vakitte unuturduk.
Gel zaman git zaman, yine "ya nasip" deyip kâh lokmamız hatrına kâh ilim irfan uğruna düştük memleket yollarına. Muradımız, adamın büyüğünden olmaktı. E bunun yolunun da okuyup yazmaktan geçtiğini ezber etmiştik! Adamın büyüğünden olacaktık olmasına da, adam kime denirdi ve büyüklük neydi, onu pek bilemiyorduk. Adam olmak çok okuyup, çok bilmekse eğer, adam olarak sayılanların çok da öyle okur yazar insanlar olmadığını gördük. Hatta okur yazar tayfasının hiç önemsenmediğini, bazen de onlardan korkulduğuna tanık olduk. Ve sonra baktık ki, meğerse toplumda kim gür bir sesle daha çok bağırıp çağırıyorsa, kim daha fazla yaygara koparıyorsa adamın büyüğü de oymuş(!)
Sonra, memleketin kabul ettiği "Büyük Adam" tanımına uyamadığımız için vazgeçtik büyük adam olmaktan. Ama dert etmedik bunu, zira yine nasipten bildik! Küçücük insanlar olarak geldiğimiz dünyaya her gün biraz daha küçültülerek devam ettik yaşama. Bundan sonraki tek emelimiz ise, o büyük insanların yok olacağımız kadar bizleri küçültmemeleridir. Bari nasibimizde böyle bir şey olmasa(!)
Kalın sefa ile...
Birazda üstad aşiret yobazlığını incele
Aklımda olan bir konudur. Haftasonu yazılacaktır. Hassasiyetiniz için teşekkür ediyorum.